12 Haziran 2013 Çarşamba

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Sargon ve Sümerler

Mısırlılar zenginleşirken, başka bir memleket insanları da Mısırlıların yaptığı şeyleri yapmaya uğraşıyorlardı. Bu memleket, Mısır’dan yüzlerce mil uzakta bulunan Mezopotamya’ydı. Burasına bugün “Irak” diyoruz.
Binlerce yıl önce Akad denilen yerde Akki adında çok fakir bir adam yaşıyordu. Bir gün Akki, nehir kıyısındaki bahçesinde çalışırken bir çocuğun ağladığını duydu. Ne olduğunu anlamak için hemen nehir kıyısına koştu. Önce hiçbir şey göremedi ikinci kez aynı sesi işitti. Sesin, kıyıdaki kamışlar arasından geldiğini anladı.

Kamışların içerisine girdi ve çocuğu aramaya başladı. Kamışlar arasında içerisine su girmesin diye üzeri katranlanmış bir sepet gördü. Sepet, tıpkı sakin su üzerinde duran bir sandala benziyordu. O’nu dikkatlice aldı, kapağını açtı, içinde ufak bir erkek çocuk olduğunu gördü.
Akki: “Oh ne güzel çocuk!” diye bağırdı. Çocuğu kucağına alıp eve, karısına götürdü.
Akki’nin çocuğu yoktu. Karı koca böyle güzel bir çocuğu bulduklarına çok sevindiler, tanrılarına dua ettiler. “Onu alıkoyalım, kendi çocuğumuz gibi büyütelim.” dediler. O günden sonra sanki öz çocuklarıymış gibi onu büyüttüler. Çocuk, yıllar geçtikçe kuvvetleniyor, güzelleşiyordu. Onlar bu kuvvetli ve güzel çocuğa “Sargon” adını verdiler.

Akki, karısı ve Sargon, Samilere ait bir kabiledendiler. Samiler, çayırdan çayıra gezen göçebe bir kavimdi. Sığır ve koyun süreleri vardı. Bütün giyecek ve yiyeceklerini hayvanlardan elde ediyorlardı. Hayvanlarının kıllarından yaptıkları çadırlarda yaşıyorlardı. Bir yerde uzun bir süre kalamıyorlardı. Bulundukları yerde ot biter bitmez başka bir otlağa göç ediyorlardı. İşte bundan dolayı çadırlarda yaşıyorlardı. İşte bundan dolayı çadırlarda yaşıyorlardı.


Sargon büyüyünce, yakınlarında Sümer denilen çok zengin bir memleket bulunduğunu işitti. Bu memleket Fırat ile Dicle nehirleri arasında uzanıyordu. Bu nehirler de, tıpkı Nil nehri gibi her yıl taşıyor, etraflarındaki toprakları su altında bırakıyorlardı. Bir süre sonra sular çekiliyor, çok zengin bir toprağı arazileri üzerine bırakılıyordu. Bu zengin topraklarda, tıpkı Mısırlılar gibi, Sümerliler buğday, arpa ve diğer bitkileri ekip biçiyorlardı.

Sümerler, Samiler gibi göçebe değillerdi. Ekip biçmeyi, ev yapmayı, okuyup yazmayı ve tabak, çömlek yapmasını biliyorlardı. Onlar ilk defa taşıma araçlarında tekerleği kullandılar.
Zengin bir yerde yaşadıklarından hayatlarını Samilerden daha kolay kazanıyorlardı.

Sargon, Sümerlere ilişkin bilgileri öğrenince iki şey yapmaya karar verdi. Birincisi göçebe Sami kavimlerini bir araya getiren büyük bir ulus meydana getirmek. İkincisi bu büyük kabileden düzenli bir ordu kurup zengin Sümer memleketini ele geçirmek. Böylece kabilesi zengin bir ülkeye yerleşecek, çok zor olan göçebe hayatından kurtulacaktır.
Sargon, o kadar akıllı bir adamdı ki, kısa zamanda bütün göçebe kavimlerin kralı oldu. Sami kabileler, onu büyük bir lider gözüyle bakıyorlardı.


Sargon, büyük bir ordu meydana getirdi ve Sümerler üzerine yürüdü. Askerlerin arasıda, sırtında koyun derileri, ellerinde ok ve yay vardı. Sargon Sümer ordusuyla karşılaşınca onların çok kuvvetli, çok iyi giyimli ve silahlı olduklarını gördü. Sümer askerlerinin ellerinde uzun mızraklar, sırtlarında bronzdan yapılmış zırhlar vardı. Ancak Sargon bunlardan yılacak bir lider değildi, kafası işliyordu. Ordusunu o şekilde düzenledi ki, uzun mızraklı ve zırhlı Sümer ordusu, karşısında tutunamadı, kaçmaya başladı. Bu başarıdan sonra Sargon birer birer zengin ve güzel Sümer kentlerini aldı. Onun kuvveti, cesareti ile kurduğu imparatorluk, Basra Körfezi‘nden Akdeniz’e kadar uzandı. Sargon, Akat şehrini, kurduğu imparatorluğun başkenti yaptı. Bundan dolayı “Agadalı Sargon” diye çağrıldı. Fakir bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, güzel saraylar, tapınaklar yaptırdı. Ölünceye kadar, bu güzel saraylar ve kentler içinde mutlu yaşadı.

Sargon, yalnız kuvvetli bir asker değil, aynı zamanda çok becerikli ve akıllı bir kraldı. O, kabilesinden çok ileriden olan Sümerlerden bir ok şeyler öğreneceğine inanıyordu. Nitekim Samiler, daha önceleri okuma yazma bilmiyorlardı. Sümerlilerin yazısı köşeli ve sivriceydi. Ondan dolayı bu yazıya “çivi yazısı” denir.    Mısırlılar yazılarını kamış üzerine yazdıkları halde bunlar tuğlalar üzerine yazarlardı. Toprak, çamur haline getirilir, sonra çamurlar levhalar haline sokulurdu. Çivi yazısını okumak ve yazmak çok zordu. Her insan bu yazıyı okuyamazdı. Çünkü bu yazının alfabesi yoktu. Çivi yazısı bir sürü işaretlerden meydana gelirdi. Bu işaretlerden herkes kolay kolay anlayamazdı. Yazı, çamurdan yapılan toprak levhalar üzerine kazılırdı. Çivi yazısı, toprak levhalar üzerine işlendikten sonra ya güneşte veya fırında pişirilirdi. İşte Sümerler Akatlar, Babilliler, Asurlar ve Hititler yazılarını, kitaplarını hep böyle levhalar üzerine yazdılar. Anıtların, saray ve tapınakları kitabe yazıtları da bu yazıyla yazıldı.

Samilerin Sümerlerde öğrendikleri yalnız bunlar değildi. Rakamları, ağırlık ve uzunluk ölçülerini, takvimi de yine bunlardan öğrenmişlerdi. Hele bronzdan silah ve başlık yapmayı öğrenmek, savaşçı bir ulus olan Samilere çok sevindirmişti. Çünkü araçlarının sağlam, keskin ve sivri olması ile kolayca Mezopotamya’yı ele geçirmesini bildiler. Böylece sakallı Samiler sakalsız ve bıyıksız Sümerlerin zengin ülkelerine yerleştiler. Samiler kendilerine böyle zengin ülkeler bağışlayan Sargon gibi bir kralları olduğundan tanrılarına dua ettiler. Sümer illerine yerleşince çobanlığı bıraktılar, daha rahat bir hayata kavuştular.

1 yorum: