Sargon ve Sümerler
Mısırlılar zenginleşirken, başka bir
memleket insanları da Mısırlıların yaptığı şeyleri yapmaya
uğraşıyorlardı. Bu memleket, Mısır’dan yüzlerce mil uzakta bulunan
Mezopotamya’ydı. Burasına bugün “Irak” diyoruz.
Binlerce yıl önce Akad
denilen yerde Akki adında çok fakir bir adam yaşıyordu.
Bir gün Akki, nehir kıyısındaki bahçesinde çalışırken bir çocuğun
ağladığını duydu. Ne olduğunu anlamak için hemen nehir kıyısına koştu.
Önce hiçbir şey göremedi ikinci kez aynı sesi işitti. Sesin, kıyıdaki
kamışlar arasından geldiğini anladı.
Kamışların içerisine girdi ve çocuğu
aramaya başladı. Kamışlar arasında içerisine su girmesin diye üzeri
katranlanmış bir sepet gördü. Sepet, tıpkı sakin su üzerinde duran bir
sandala benziyordu. O’nu dikkatlice aldı, kapağını açtı, içinde ufak bir
erkek çocuk olduğunu gördü.
Akki: “Oh ne güzel çocuk!” diye bağırdı.
Çocuğu kucağına alıp eve, karısına götürdü.
Akki’nin çocuğu yoktu. Karı koca böyle
güzel bir çocuğu bulduklarına çok sevindiler, tanrılarına dua ettiler.
“Onu alıkoyalım, kendi çocuğumuz gibi büyütelim.” dediler. O günden
sonra sanki öz çocuklarıymış gibi onu büyüttüler. Çocuk, yıllar geçtikçe
kuvvetleniyor, güzelleşiyordu. Onlar bu kuvvetli ve güzel çocuğa “Sargon”
adını verdiler.
Akki, karısı ve Sargon, Samilere
ait bir kabiledendiler. Samiler, çayırdan çayıra gezen göçebe bir
kavimdi. Sığır ve koyun süreleri vardı. Bütün giyecek ve yiyeceklerini
hayvanlardan elde ediyorlardı. Hayvanlarının kıllarından yaptıkları
çadırlarda yaşıyorlardı. Bir yerde uzun bir süre kalamıyorlardı.
Bulundukları yerde ot biter bitmez başka bir otlağa göç ediyorlardı.
İşte bundan dolayı çadırlarda yaşıyorlardı. İşte bundan dolayı
çadırlarda yaşıyorlardı.
Sargon büyüyünce, yakınlarında Sümer
denilen çok zengin bir memleket bulunduğunu işitti. Bu memleket Fırat
ile Dicle nehirleri arasında uzanıyordu. Bu nehirler
de, tıpkı Nil nehri gibi her yıl taşıyor,
etraflarındaki toprakları su altında bırakıyorlardı. Bir süre sonra
sular çekiliyor, çok zengin bir toprağı arazileri üzerine bırakılıyordu.
Bu zengin topraklarda, tıpkı Mısırlılar gibi, Sümerliler buğday, arpa
ve diğer bitkileri ekip biçiyorlardı.
Sümerler, Samiler gibi
göçebe değillerdi. Ekip biçmeyi, ev yapmayı, okuyup yazmayı ve tabak,
çömlek yapmasını biliyorlardı. Onlar ilk defa taşıma araçlarında
tekerleği kullandılar.
Zengin bir yerde yaşadıklarından
hayatlarını Samilerden daha kolay kazanıyorlardı.
Sargon, Sümerlere
ilişkin bilgileri öğrenince iki şey yapmaya karar verdi. Birincisi
göçebe Sami kavimlerini bir araya getiren büyük bir ulus meydana
getirmek. İkincisi bu büyük kabileden düzenli bir ordu kurup zengin
Sümer memleketini ele geçirmek. Böylece kabilesi zengin bir ülkeye
yerleşecek, çok zor olan göçebe hayatından kurtulacaktır.
Sargon, o kadar akıllı bir adamdı ki,
kısa zamanda bütün göçebe kavimlerin kralı oldu. Sami kabileler, onu
büyük bir lider gözüyle bakıyorlardı.
Sargon, büyük bir
ordu meydana getirdi ve Sümerler üzerine yürüdü. Askerlerin arasıda,
sırtında koyun derileri, ellerinde ok ve yay vardı. Sargon Sümer
ordusuyla karşılaşınca onların çok kuvvetli, çok iyi giyimli ve silahlı
olduklarını gördü. Sümer askerlerinin ellerinde uzun mızraklar,
sırtlarında bronzdan yapılmış zırhlar vardı. Ancak Sargon bunlardan
yılacak bir lider değildi, kafası işliyordu. Ordusunu o şekilde
düzenledi ki, uzun mızraklı ve zırhlı Sümer ordusu, karşısında
tutunamadı, kaçmaya başladı. Bu başarıdan sonra Sargon birer birer
zengin ve güzel Sümer kentlerini aldı. Onun kuvveti, cesareti ile
kurduğu imparatorluk, Basra Körfezi‘nden Akdeniz’e
kadar uzandı. Sargon, Akat şehrini, kurduğu
imparatorluğun başkenti yaptı. Bundan dolayı “Agadalı Sargon” diye
çağrıldı. Fakir bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, güzel saraylar,
tapınaklar yaptırdı. Ölünceye kadar, bu güzel saraylar ve kentler içinde
mutlu yaşadı.
Sargon, yalnız kuvvetli bir asker değil,
aynı zamanda çok becerikli ve akıllı bir kraldı. O, kabilesinden çok
ileriden olan Sümerlerden bir ok şeyler öğreneceğine inanıyordu. Nitekim
Samiler, daha önceleri okuma yazma bilmiyorlardı. Sümerlilerin yazısı
köşeli ve sivriceydi. Ondan dolayı bu yazıya “çivi yazısı”
denir. Mısırlılar yazılarını kamış üzerine yazdıkları halde bunlar
tuğlalar üzerine yazarlardı. Toprak, çamur haline getirilir, sonra
çamurlar levhalar haline sokulurdu. Çivi yazısını okumak ve yazmak çok
zordu. Her insan bu yazıyı okuyamazdı. Çünkü bu yazının alfabesi yoktu.
Çivi yazısı bir sürü işaretlerden meydana gelirdi. Bu işaretlerden
herkes kolay kolay anlayamazdı. Yazı, çamurdan yapılan toprak levhalar
üzerine kazılırdı. Çivi yazısı, toprak levhalar üzerine işlendikten
sonra ya güneşte veya fırında pişirilirdi. İşte Sümerler Akatlar,
Babilliler, Asurlar ve Hititler
yazılarını, kitaplarını hep böyle levhalar üzerine yazdılar. Anıtların,
saray ve tapınakları kitabe yazıtları da bu yazıyla yazıldı.
Samilerin Sümerlerde öğrendikleri yalnız
bunlar değildi. Rakamları, ağırlık ve uzunluk ölçülerini, takvimi de
yine bunlardan öğrenmişlerdi. Hele bronzdan silah ve başlık yapmayı
öğrenmek, savaşçı bir ulus olan Samilere çok sevindirmişti. Çünkü
araçlarının sağlam, keskin ve sivri olması ile kolayca Mezopotamya’yı
ele geçirmesini bildiler. Böylece sakallı Samiler
sakalsız ve bıyıksız Sümerlerin zengin ülkelerine yerleştiler. Samiler
kendilerine böyle zengin ülkeler bağışlayan Sargon gibi
bir kralları olduğundan tanrılarına dua ettiler. Sümer illerine
yerleşince çobanlığı bıraktılar, daha rahat bir hayata kavuştular.
Tarih geleceğin aynasıdır.
YanıtlaSil