12 Haziran 2013 Çarşamba

ETRÜSKLER AKADLAR VE IRMAĞA BIRAKILAN ÇOCUKLAR

Çekim Yasası ile ilgili yazılarda “ kendini akışına bırakmak” maddesi uzun uzadıya anlatılır.
DERYA KOCA

Çekim Yasası ile ilgili bu üçüncü yazı ile “ kendini akışa bırakmak maddesi” üzerinden tarihte “ Çekim Yasası’nın” ezoterik söylencelerde nasıl yer aldığına değineceğim.
Hangi kitapta okudum, anımsayamıyorum ama “ çocuğu nehre sepetle bırakma” simgeciliği, ezoterik gelenek açısından “ kendini yaşamın akışına bırakmak” anlamına gelir.
“Kendini akışına bırakmak” ile ilgili anlayışı bu yazı ile önce tarihi söylencelerde tespit edip, sonra açıklamaya çalışacağım.
Sözkonusu ezoterik simgeciliğe ilk örnek olarak, geçen yazılarımdan sizlere tanıdık gelebilecek Etrüsk Söylencesi( Romus-Romulus Söylencesi/tahmini M.Ö. 8 y.y.) ile başlıyorum:
“…Eski İtalyan kentlerinden Alba Longa’nın Numitor adında bir kralı vardır. Numitor’un tahtına göz diken kardeşi Amulius onu devirir ve tahtını güvenceye almak için, Numitor’un kızı Rhea Silvia’ya hiç evlenmeyeceğine ilişkin yemin ettirir. Evlenirse, doğacak çocukları tahta sahip çıkacağından korkmaktadır. Oysa savaş tanrısı Mars, Rhea’ya aşık olur. Rhea’nın Mars’tan ikiz oğulları dünyaya gelir.
Rhea’nın oğullarının büyüyüp kendisini tahtından edecekleri kaygısıyla, Amulius bebekleri bir sandığın içinde Tiber Irmağı’na attırır. Taşan ırmağın suları alçalınca ikizlerin içinde bulunduğu sandık kıyıya vurur. Onları bulan dişi kurt, sütüyle besleyerek büyütür. Kurt gibi, Mars’ın kutsal saydığı hayvanlardan olan ağaçkakan da çocuklara yiyecek taşır.
Daha sonra ikizleri bulan kralın çobanı Faustulus onları karısına götürür. Çobanla karısı Romus ve Romulus adlarını verdikleri çocukları öz çocuklarıymış gibi büyütürler…”
Söylencedeki “ Kurt “ ile ilgili kısmı çıkarıyorum, bu kısım Türk Ezoterik Geleneği ile ilgilidir. Yazıda inceleme konusu olacak kısım sepet ile ilgili kısım ki bu ezoterik simge de Sümer, Sami veya Mısır kökenli olmalı zira aynı ezoterik söylence Etrüsklerden önce var olan ve Sümer topraklarını ele geçirerek, burada bir devlet kuran Sami halklarından olan Akadların Kralı Sargon’ın ( M.Ö. 2334-2279) yaşam öyküsünde de geçer:
Ben Agade’nin kralı büyük kral Sargon!
Annem yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum.
Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu.
Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı.
Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım.
Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü.
Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü beni”(2)
Etrüskler İtalya’da, Akadlar ise Mezopotamya’da devlet kurmuşlardır. Akadlar, Etrüsklerden önce var olmuşlardır. Mısır kökenli de olabilir demiştim; Hz. Musa ile ilgili sepet söylencesinin Mısır’da geçiyor olması nedeni ile…
Üstteki şiirde Sargon’un annesinin tapınak rahibesi olması gibi “ Romus ve Romulus” ile ilgili söylencenin bazı anlatımlarında da Romus ve Romulus’un annesi olan Rhea, Vesta Rahibesi olarak gösterilir. (Vesta :Ocak/ Ev/Aile Bakire Tanrıçası)
Etrüsk Söylencesi’nde “ kendini yaşamın akışına bırakmak “ simgeciliği, farklı olarak kullanılmış zira sözkonusu ezoterik söylencede, çocuğun düşman tarafından değil anne veya yakınları tarafından nehre bırakılması gerekirdi. Bunun sebebi iki farklı ezoterik geleneğin yani “ Sepet-Nehir Motifli Ezoterik Söylence Geleneği” ile Türk Ezoterik Geleneği’ne ait olan “Dişi-Kurt Motifli Söylence Geleneği’nin” aynı söylencede birleşmesinden doğan etkiler olabilir. Zira Göktürk Türeyiş Söylencesi’nin (daha sonra Cengiz Han’ın Moğol Tarihçileri tarafından yeniden Ergenekon adı altında biçimlendirilmeden önce) M.S. 386-581 arasındaki Çin Arşivlerindeki anlatımında Etrüsk Söylencesi’ne, Dişi-Kurt simgesi dışında ikinci bir benzerlik vardır:
M.S. 386 – 581 yılları dönemi Çin kayıtlarına göre Gök-Türkler’in Türeyişi:
“...T’u-kue’ler, Hiung-nu ( Hunların)(14) özel bir ırkıdır. Soyadları A-şina’dır.(15) Önce Hunlardan bağımsız bir kabile kurdular; ama daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına uğradılar. On yaşında bir oğlan çocuğuna varıncaya kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. Düşman askerleri, oğlanın daha küçük olduğunu görünce onu öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın içinde bir dişi kurt vardı, çocuğu etle besledi…” (3)
(Çin Dili’nde “r” olmadığı için Türk yerine T’u-kue kullanılmış.)
Burada da tıpkı Etrüsk’ün Romus-Romulus Söylencesi’ndeki gibi “ çocuk öldürülemiyor ve ölüme terk ediliyor”. Diğer benzerlik ise “ dişi-kurt benzerliği idi; Romus-Romulus Söylencesi’nde sepet kıyıya vurduktan sonra bir dişi kurt ve ağaçkakan tarafından ikizler besleniyor, Gök-Türk Söylencesi’nde ise bataklığa bırakılan çocuğu dişi-kurt besliyor. Yine M.Ö. 125 tarihli Usun(Wusun)-Hun Söylencesi’nde de veliaht çocuk, bakıcısı tarafından kaçırıldığı yerde bir dişi kurt ve kuzgun tarafından besleniyordu.
Türk Ezoterik Geleneği’nde hem “ çocuğun annesi veya yakınları tarafından mağara veya ıssız bir yere saklanması, bırakılması ve ardından dişi kurt ve kuş tarafından beslenme” motifli söylence geleneği vardır, hem de “ düşman tarafından küçük olduğu için ölüme terk edilen çocuk ve ardından dişi-kurt tarafından beslenme” motifli söylence geleneği var.
Akkad Kralı Sargon örneğinde ve daha sonra da Hz.Musa’nın sepetle nehre bırakılması örneklerinde görüldüğü üzere bir söylencede eğer “ sepet ve bebek” motifleri kullanılıyorsa sepeti, nehre düşman değil, çocuğun annesi veya yakınları bırakır. Bunun sebebini birazdan göreceğiz.
Biz tekrar Akkad Kralı Sargon’a dönelim. Sargon’un annesi bir rahibe olduğundan ve çocuk sahibi olması yasak olduğundan dolayı Sargon’un anlattığı üzere sepetle nehre bırakılmıştı:
Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu.
Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı.
Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım.
Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü…”
Hz. Musa ( yaşadığı dönem tahmini M.Ö. 13 y.y.) ile ilgili sepet söylencesi ise kısaca şöyledir:
“… Firavun, çoğalan İbrani(Yahudi) nüfusundan rahatsız olur, doğan tüm İbrani erkek çocukların öldürülmesini emreder ancak Mısırlı ebeler bu emri yerine getirmek istemezler, bunun üzerine firavun da doğan tüm İbrani çocukların Nil Nehri’ne atılmasını emreder.
Daha sonra bir İbrani çiftin çocuğu olur ama çocuğu nehre atamazlar, geleneğe göre sekiz günlük iken sünnet ederler, 3 ay daha baktıktan sonra çaresiz kaldıklarından çocuğu bir sepete koyup, Nil’e bırakırlar. Çocuğun ablası Meryem sepeti takip eder ve çocuğun Firavun’un kızı tarafından Sarayın Bahçesine kıyı bir yerde bulunur.
Firavunun kızı sünnetli çocuğun İbrani olduğunu anlamasına rağmen çocuğa kıyamaz ve bakmaya karar verir. Ancak çocuk hiçbir süt anneyi kabul etmez. Bunun üzerine Meryem, firavunun kızına ulaşır ve kendi annelerini çocuğa süt anne olarak önerir. Daha sonra firavunun süt anne zannettiği, çocuğun gerçek annesi, 2 yaşına gelen çocuğu tekrar firavunun kızına getirir Firavunun kızı çocuğa Musa (Sudan çıkarttım) adını koyar ve evlatlık edinir…”(4)
Aynı öykünün hem Akkadlarda hem Yahudilerde hem de Etrüsklerde kullanılmış olmasının nedeni bu öykünün ezoterik bir açılımı olmasından kaynaklanır.
Sözkonusu söylencelerde özellikle uç örneklerle açıklanan anlayış, yazıya başlarken açıkladığım gibi, “ kendimizi hayatın akışına bırakmamız” gerektiği anlayışıdır.
Anlaşıldığı üzere gerçekten de, çocuklar, sepet aracılığı ile nehre bırakılmıyor veya dişi kurtlarca beslenilmiyor. Söylencelerdeki “ sepet, nehir, dişi kurt ve benzeri simgeler” ezoterik gelenek gereğidir.
“Oğuz Han Söylencesi’ndeki Metafizik Öğreti” başlıklı yazıda konuyu açıklayıcı şöyle bir alıntı yapmıştım:
Antik Çağda, inisiyasyon merkezlerinde kavuşulan gerçeği anlatmak için en yaygın yöntemlerden biri de sembolik hikayelerdir. Mitolojiler ve halk masalları buradan kaynaklanmaktadır.
Herkül'ün maceralarının bir köylüye, bir bilimadamına ve bir inisiyeye ifade ettikleri, vakkalar, yasalar ve ilkeler kademelerine göre üç seviyeli olmaktadır.
Örneğin Alşimi geleneğine göre mürşit, kinayelerle ya da mesellerle konuşmalıdır. Tabii ki, temsili masallar öyle uydurma olmayacak, aksine bir takım gerçekleri en iyi biçimde temsil edebilir olacaktır…” (5)
Burada nehir, hayatın akışını simgeler. Çocuklarını sepetle nehre bırakan kişiler ise, kendilerini, sorunlarını çözebilmek için zamana yani hayatın akışına bırakanlardır.
Bu anlayış sık sık kadercilikmiş gibi algılanır ama bu düşünce doğru değildir.

Hayatın akışına bırakmak, kendini hareketsiz biçimde akıntıya bırakmak demek değildir; kendini akıntıya bırakmak ve akıntı ile bir hareket etmektir.
“ Kendini yaşamın akışına bırakmak”, geçen yazıda bahsettiğim gibi aktif sabırla yaşanan süreçte, olaylar karşısında sakin ve olumlu biçimde hareket ederek, önüne çıkabilecek güzel fırsatları beklemek ve bu fırsatları tam zamanında değerlendirmektir.
Sakin ve olumlu hareket etmek şu nedenle önemlidir: geleceğimizde kontrol edebileceğimiz olaylar da vardır, kontrol edemeyeceğimiz de. Akışına bırakmak, geleceğimizde kontrol edemeyeceğimiz olaylar için endişelenmeyi bırakmaktır.
Sürekli endişeli olmak hali ile karşımıza çıkabilecek olumsuz olayları düşünüp, tedbirli olmak hali farklıdır.
Sürekli endişelenmek, olumsuz düşünme alışkanlığının yarattığı olumsuz bir ruh halidir.
Dediğim gibi, olası olumsuz olaylar karşısında önlem almak başkadır, yerli yersiz bir tasa hali içinde yaşamak farklıdır.
Olumlu düşünme alışkanlığı burada devreye girer. Örneğin, yapmak istediğiniz bir iş için tedbirleri aldıktan sonra gelecek hakkında olumlu düşünürsünüz, yapacağınız işleri planlarsınız, gereken önlemlerinizi alırsınız ve yapılması gereken diğer işlemleri da halettikten sonra, o işi hayatın akışına bırakırsınız. Sonuçta, siz gereken önlemleri alıp gereken işlemleri yapmışsınızdır, artık o işin olup olmayacağını zaman gösterecektir.
Siz o işle ilgili sürekli endişe üretirseniz, kendinize olumsuz enerji yüklemiş olursunuz .
Böylece hem o işle ilgili olarak ortaya çıkabilecek olumsuz bir olay karşısında ya endişe haliniz nedeni ile sağlıklı bir çözüm üretemezsiniz ya da o işin zaten olumsuz sonuçlanacağı düşüncesini içinizde geliştirdiğinizden, o işe gereken özeni göstermeyi bırakarak, kaderci bir anlayışla olaylar karşısında dış etkenlere karşı tamamıyla korunmasız ve edilgen ( pasif) bir hale gelirsiniz. Yani hayat karşısında savrulursunuz, akıntıya kapılırsınız.
Halbuki yapılması gereken sakin bir biçimde hayatın akışına kendimiz bırakmaktır.
Yaşamınız genel olarak bir belirsizlik içinde olduğunda da aynı anlayış geçerlidir. Gelecek, sizde sürekli endişe yaratmaktadır. O zaman da, endişelerinizin sizin bilincinizi, bilinçaltınızı, düşüncelerinizi ve duygularınızı kemirmesini engellemeniz gerekir.
Geleceğinizde olumsuz bir olay veya olaylar dizisi var ise zaten kaygılansanız bile başınıza gelir. Bu nedenle geleceğiniz ile ilgili endişelenmeyi bırakıp, sakince başınıza gelmekte olan olayları değerlendirirsiniz. Sürekli kaygı hali, sağlıklı düşünmeyi engeller ve önünüze güzel fırsatlar da çıksa sürekli olumsuz düşünmeye alıştığınız için, önünüze çıkan bu fırsatları olumlu bir biçimde değerlendiremeyebilirsiniz.
Yine sürekli endişe hali, yaşam enerjinizi zayıflatır. Bu bir yandan yeteneklerinizi kullanmanızı azaltır, bir yandan hayata karşı sizi etkisizleştirerek, işlerinizi isteksizce yapmanıza neden olur. Bu süreçte karşınıza çıkan olumlu bir işe isteksizce yaklaştığınızda da, o işten alacağınız verim düşer.
Siz o işle ilgili sürekli endişe üretirseniz, olaylara olumsuz enerji yüklemiş olursunuz .
Çekim Yasası’nda bahsedilen “olumsuz düşünceler, olumsuz olayları çeker” kuralı da burada devreye girer. Karmanızda yaşamanız gereken olumsuz olaylar vardır. Bu olumsuz olaylar karşısında ne kadar sakin ve olumlu olursanız, o kadar metanetli bir biçimde bu dönemi atlatırsınız. Ama bu süreçte olumsuz düşünme alışkanlığı geliştirirseniz, zaten yaşayacağınız olumsuz olayları, yaydığınız olumsuz enerji ile daha da zor hale getirirsiniz. Bu sefer de işleriniz yavaşlar, karşınıza beklenmedik sorunlar çıkar ki zaten sorunlu bir dönemdesinizdir…
Hayatın akışına bırakmaya rüyalardan olumlu bir örnek verebiliriz.
Örneğin rüyanızda keyifli bir biçimde araba kullanıyorsunuzdur. Kendinizi araba kullanırken görürsünüz, nereye gittiğinizi tam olarak bilmezsiniz ama sezgileriniz size doğru yolda olduğunuzu söyler.
Direksiyon hakimiyeti sizdedir ama sanki direksiyonu siz değil de bilmediğiniz bir olumlu enerji yönetiyor gibidir. Kendinizi nehrin akışına bırakmışsınızdır ama akıntı ile sürüklenmiyorsunuzdur, akıntı ile bir olup akıyorsunuzdur.
Bu konuya olumsuz bir rüya örneği ise şu olabilir: Rüyanızda yürüdüğünüzü görürsünüz ama bir süre sonra ayaklarınıza ağırlık çöker, yürümekte zorlanırsınız hatta belki olduğunuz yere diz çökmek, oturmak zorunda kalırsınız…
İlk örnekte, kendinizi hayatın akışına bırakmışsınızdır ve sezgileriniz size doğru yolda olduğunuzu söylüyordur.
İkincisinde ise enerji olarak tıkanmışsınızdır, hayat bir türlü akmıyordur, sürekli olumsuz olaylar döngüsü içerisinde dönüp duruyorsunuzdur. Bu da rüyanızda sizin hedefe yürümenizi engelleyen bir ağırlık hissi olarak ortaya çıkıyordur.
Bu konuya bir sonraki yazıda daha ayrıntılı bir biçimde rüyalar üzerinden devam edeceğim; rüyalar, bilinçaltı, olumlu düşünmek ve çekim yasası üzerine bir yazı olacak…

KAYNAKLAR:
1-) “Ergenekon Söylencesi”- “ Etrüskler, Türkler ve Dişi Kurt” başlığı http://www.derki.com/dergi/index.php/ergenekon-soylencesi/Page-12.html
2-) Akkad Kalı Sargon:
3-)M.S. 386 – 581 yılları dönemi Çin kayıtlarına göre Gök-Türkler’in Türeyişi
4-) http://tr.wikipedia.org/wiki/Musevilik'te_Musa
5-) http://www.derki.com/dergi/index.php/oguz-han-soylencesindeki-metafizik-ogreti.html

TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN “SEPET” ÇOCUKLARI 
MUSTAFA GÜNEŞ
 Okuma hayatım sırasında, tarihe hükmetmiş birçok “liderin” ya bir efsaneden türediği ya yetim ya da babası belli olmayan biri olduğu dikkatimi çekti.
Zaman içinde rastladıkça bu isimleri bir kenara not etmeye başladım. Epeyce biriktiğini görünce,” bunları dostlarla da paylaşayım” ,diye düşündüm.
İşin gerçeği bunlar kimsenin işine yaramayan bilgilerdir. Hatta çoğunuz hayatın bunca ağır, ciddi ve karmaşık problemi arasında “bunlar da nerden çıktı?” da diye bilir.
Haklı olabilirler. Fakat geçmiş yazılara baktım ki, hepsi de politik ve ciddi içerikli konulara değinmişiz. Hem bu sıkıcılığa “5 dakika ara” vermek, hem de -kimsenin işine yaramasa bile- birkaç ilginç hikâye aktarmak istedim.
Bence biraz okuyun, sarmadıysa bırakabilirsiniz.
Bunlar yalnızca bir kısmı. Araştırdıkça bu listeyi daha da uzatmak mümkün...
SEPET ÇOCUKLARI
Hz. İbrahim: Çocukluk yıllarında öğrendiğimiz ilk mucize/efsane olay, Hz. İbrahim’in doğumu efsanesiydi.
Zalim ve kâfir bir kral (Nemrut) var. Kâhinler onu devirecek bir erkek çocuğun doğacağını söyler. O da doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Anası mağarada İbrahim’i doğurup saklar, bir ceylan her gün gelip süt verir, Allah’ın izniyle büyür Nemrut’un tahtını devirir.
Urfa’da doğmuş olmamız nedeniyle dünyadaki her çocuktan önce öğrendiğimiz bu efsaneyle büyüdük, inandık ve uzun yıllar boyunca da bu efsanenin alanında tek efsane olduğunu zan ettik.
Hz. Musa: Daha sonra bu efsanenin başka bir benzeriyle karşılaştık. Ancak kahramanımız bu kez mağara yerine bir sepete konularak ırmağa bırakılmıştı. Bir kadın sepeti bulup içindeki çocuğu oğlu olarak büyütmüştü. O da büyüyerek ilahi tecelliyi gerçekleştirip halkını kölelikten kurtardığı gibi, peşlerine ordu salan Firavun denen kâfirin ordularını asasıyla ortasından yardığı Kızıl Deniz’in sularına gömmüştü.
Üstelik çocuğu büyüten kadın da Firavun’un kız kardeşi idi. Tevrat’ta hikâyenin çok zengin ayrıntıları var.
Zaten “Musa” (Mois) kelimesi de İbranicesudan gelen” anlamına geliyormuş.
Büyüyüp tarihe merak saldığımızda, tarihte bu efsanelerin benzerlerinin sayılamayacak kadar bol olduğunu öğrenince bulabildiklerimizi sıralayalım dedik.
İON  MİTOLOJİSİNDEKİLER;
Oidipus: Bir yığın tiyatro oyununa konu olmuş tarihin en ünlü trajedisidir. Kâhinler doğunca öldürülmesi gerektiğini söyler; çünkü büyünce kralı (babasını) öldürüp karısıyla da evlenecektir. Kâhinlere uyulup dağa atılır, bir çoban bulup büyütür.
Bin bir maceradan sonra ıssız bir alanda biriyle yolu kesişir. Geçiş hakkı üstüne tartışırlar. Onu öldürüp sonra da karısıyla evlenir; kehanet gerçekleşmiştir.
Yazık ki öldürdüğü kişi kral olan babası, evlendiği kadın de anasıdır.
Bu trajedi Freud tarafından –bana göre hiç da isabetli olmayarak- erkek çocuğunun anaya olan bağlılığını ifade etmek için  “Oidipus Kompleksi” olarak adlandırılıp kullanılmıştır.
(Konu dışı ama Freud, bu psikolojik kompleksin karşıtını da, Elektra Kompleksi olarak adlandırmıştır. Yani kız çocuğunun babaya olan bağlılığını açıklamaya çalışan psikolojik tanımı ifade eder)
Paris: Truva Kralının oğludur. Kehanet, şehrin yok edilmesine sebep olacağını söylediği için ölsün diye dağa atılır. Onu da dişi bir ayı emzirir. Büyünce Helen’i kaçırır ve kehanet gerçekleşir. Bu efsaneyi ve ünlü Truva atını bilmeyen yoktur. Ne var ki efsanenin yazarı Homeros, kitabında(İlyada)  “at” hikâyesinden söz etmemiştir. O da bilinmeyen bir kaynaktan efsaneye yamanmıştır. Hikâye  “Truva” adıyla sayısız film ve tiyatrolara konu edilmiştir. Bir kralın karısıyla onu kaçıran genç aşığının aşkı, binlerce insanın hayatıyla bir şehrin, halkın ve krallığın mahvına sebep olmuştur.
Perseus: O da kral torunudur. Gene kâhinler “kralı öldürecek” kehanetinde bulunur. Ama bu kez ana-oğul birlikte bir sandığa konulup denize bırakılır. Bulunur, büyütülür, büyük kahramanlıklar yapar. Zincire bağlı güzel Andromeda’yı kurtarır. Ama gene bilmeden kralı(dedesini) öldürür ve tahta geçer.
( Konu dışı ek bilgi: Andromeda ve Perseus adı hem iki takımyıldızına verilmiş, hem de Andromeda takımyıldızının ortasında, karanlık gecede çıplak gözle görülebilen ve Samanyolu Galaksimize en yakın -yaklaşık 2,5 milyon ışık yılı- 300 milyar yıldızlı galaksiye de Andromeda galaksisi adı verilmiştir)
Herakles (ünlü Herkül):Perseus’un alt kuşak soyundan birisinin oğludur. Anası hamile kaldığında Zeus’un kıskanç karısı Hera, doğumunu engellemek için çok uğraşır. Başaramayınca ölsün diye beşiğine yılan bırakır. Daha beşikte bir bebek olduğu halde, yılanı yakalayıp boğar. (Bu Hera öyle fettan bir kadın ki neredeyse bütün kötülükleri yeryüzüne o indirmiştir.)
Ancak kıskanç ve kindar Hera peşini bırakmaz. Onu bir zalime köle ettirir. Büyüyünce gücü keşfedilen Herkül, iyice eğitildikten sonra filmlere de konu olmuş 12 görevi yerine getirmesi için görevlendirilir. Aslanları, boğaları, ejderhaları öldürür; dağları birbirinden ayırarak iki ırmağın yatağını değiştirir. Velhasıl 12 görevi başarıyla tamamlayıp tarihin yiğitlik ve dürüstlük sembolü ve en ünlü kahramanı olur.
Telephos: Herkül’ün oğlu. Anası kral kızı... Kâhinler doğunca dayılarını, yani kralın varisleri olacak erkek çocuklarını öldüreceği kehanetinde bulunur. Doğunca anasıyla beraber bir sandığa konulup denize atılır. Bulunup büyütülür. Ancak gene de bir yanlışlıkla dayılarını öldürür.
Herkül’ün bir de Amphion ve Zethos adlı ikiz çocukları var. Onların efsanesi de benzerdir diye adlarını vermeyle yetinelim.
DİĞERLERİ
Sargon:  Büyük Sargon olarak tarihe geçmiş Akad kralı. Sargon’un efsanesi tam olarak Hz. Musa ile aynıdır.
Hatta Tarihçiler, Yahudilerin Babil Esareti sırasında bu efsaneyi öğrenip Musa’ya adapte ederek Tevrat’a aktarıldığını söyler.
Ancak Sargon’u Dicle’de bir bahçıvan, Musa’yı Nil’de Firavun’un kardeşi bulmuş. Bu da çok normaldir; çünkü Musa olayı Mısır’da geçtiği için mecburen Nil olacaktı. Gerçek şu ki efsanede yalnızca yer adları değişmiş bir de uzatılıp zenginleştirilmiştir.
Kyros (Kuruş):Aynı zamanda dedesi olan Med imparatorunu devireceği kehanetiyle dağa öldürülmeye gönderilir. Fakat cellât kıyamaz, bir çobana verir. Yerine hayvan kanına bulanmış bir gömlek götürür. O da büyür, kehaneti gerçekleştirir ve İmparatorluğu Med hanedanlığından alıp Pers Hanedanlığına geçirir.(Bu konunun biraz genişçe bir özeti, “Müzik ve Savaş” adlı yazımızda verilmiştir.)
Romus ve Romulus kardeşler: Kötü ve haksız bir kralın kardeşinin ikiz torunlarıdır. Kötü ve zalim kralı öldürecekler diye, doğar doğmaz bir sandığa konup Tiber Irmağına atılırlar.
Bir mucize ile kurtulup dişi bir kurt tarafından büyütülür, Roma Şehrini kurarlar.
Ne var ki Romulus, Roma’nın ilk duvarını inşa ederken, duvarıyla dalga geçen kardeşi Romus’u öldürür.
O günden sonra Roma, temel harcı “kardeş kanıyla” yoğrulmuş şehir olarak anılır. Nazım Hikmet ,”Taranta Babu’ya Mektuplar” adlı unutulmaz şiirinde bu konuyu çok güzel işlemiştir.
Görüldüğü gibi ilkini kim bulmuş, ne zaman bulmuş, kimin için uydurulmuş bir efsanedir belli değil. Ama bir yolla iktidarı ele geçiren her zıpçıktının iktidarını tanrısal bir güce bağlayıp pekiştirmek için sarıldığı bir “şablon” olduğu tartışılmaz.
Kısaca insanoğlunda, metafizik güçlere inanma eğilimi sürdükçe, her zaman böyle bir efsane yaratıp inandıracak uyanıklar çıkacaktır.
Bir de “tarih değiştirmiş” ama gerçekten yaşamış  “yetim veya babasızlar” var. Belki bir gün dengine gelirse onları da kısaca yazarız.

9.9.2012
Mustafa Güneş/URFA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder