|
|||||||||||||||
Günümüzden 4000 yıl önce yaşadığını tahmin ettiğimiz Hz. İbrahim'in mücadelesini anlayabilmek için, nasıl bir kavme elçi olarak gönderildiğine bakmak gerekir. 4000 yıl öncesine baktığımızda; İbrahim'in yaşadığı toplumu, küçük çaplı aşiret toplumu sanabiliriz. Böyle bir algılama, bizim bilgi eksikliğimizden kaynaklanan bir yanılgı olacaktır.
MÖ 1500 - 2500 yılı Mezopotamya
uygarlıkları incelendiğinde; o zamana göre, teknoloji ve bilimde
ilerlemiş ve yazıyı kullanan Sümer medeniyetinin
bölgedeki tüm toplumları etkilediği açıkça görülmektedir. Bu toplumların
hepsinin yaşadığı bu coğrafya, "Babil ülkesi" olarak
isimlendirile gelmiştir. Sümerler, Akadlar, Asurlar ve Babiller vs. hep
bu Mezopotamya coğrafyasını yurt edinmişlerdir.
Ayrıca Mezopotamya
bölgesinin düz ve iletişime açık olması, toplumsal yalıtımı önlemiş;
teknik, politik ve dini fikirlerin çabucak yayılmasını sağlamıştır. O
çağda yazıyı bir kayıt tutma sistemi olarak geliştirmiş
Mezopotamya uygarlıkları, bizlere Hz. İbrahim'in
içinde yaşadığı toplumu tanıma imkânı vermektedir. Bu kayıtların
tutulduğu yazıtlar keşfedilmeden önce, seküler
bilim dünyası, İbrahim ve nesline,
bir efsanenin abartılmış kahramanları olarak bakmaktaydı.
Ebla, Ugarit,
Nuzi ve Mari arkeolojik kayıtlarında
ortaya çıkan kanıtlardan sonra, bilim adamları, İbrahim ve ona
tabi olanların, kuzeybatı Mezopotamya
toplumunda gerçekten yaşadıklarını anladılar. Hatta o kadar ki,
bulundukları coğrafyaya, kendilerinin veya atalarının ismini
verecek kadar önemli insanlar olduklarını kabul etmek
zorunda kaldılar.
Biz de bu delilleri Kur'an
ışığında inceleyip; Hz. İbrahim'in baş kaldırdığı "uygarlığı-dini"
ve bu uygarlığı karakterize eden kral "Nemrut"u
tanıtmaya çalışacağız. Sözlü rivayete göre, kendisine "Nemrut"
denen bu ceberrut kralın; gerçekte "Naram-Sin"denen Akad
kralı olduğunu göreceğiz.
HZ. İBRAHİM'İN
İSLAM'A ÇAĞIRDIĞI "NEMRUT" KİMDİR?
Mezopotamya
labirentinde, kral "Nemrut"u ararken, tarihsel
kronolojiyi baz almadık. Çünkü Cambridge Üniversitesi Antik Yakın Doğu
Tarihi ve Arkeolojisi üzerine ders veren Dr. Joan Oates'in de
belirttiği gibi bugün kullanılan kronoloji sistemi kendi içinde
uyuşmazlıklar gösterir. Bu yüzden Hz. İbrahim'in
yaşadığını tahmin ettiğimiz tarihin, birkaç yüzyıl
öncesi ve sonrasını incelemeye aldık. Bu incelemede, Kur'an'dan
elde ettiğimiz ipucu, bizim Nemrut adayımızı
belirginleştirmemizde bir uyarıcı yol işareti oldu.
"Allah'ın kendisine mülk verdiği o kimseyi, görmedin mi? Ki
o, İbrahim'le, Rabb'i konusunda mücadele ediyordu. İbrahim dediği
zaman, 'benim Rabb'im O ki, diriltir ve öldürür.' (Nemrut) dedi ki: 'Ben de diriltir ve öldürürüm.' İbrahim
dedi ki: 'Muhakkak benim Rabb'im,
Güneş'i, doğudan getiriyor, sen de onu, batıdan getir.' (Bunun
üzerine) o Hakk'ı örten şaşırdı. Muhakkak Allah, zalim kavmi hidayete
erdirmez. "
[BAKARA(2)/258]
Bu ayetin bize verdiği ipuçları
şunlardır: Birincisi, aradığımız Nemrut oldukça büyük
bir devletin kralıdır. İkincisi, çok açık bir şekilde "tanrılık"
iddiasında bulunmaktadır. Üçüncüsü, gök cisimlerine kutsiyet
atfeden bir kraldır. Biz şimdi Kur'an'daki bu izleri
sürmeye devam edeceğiz.
O çağlarda, Mezopotamya'da,
Agadeli Sargon'dan, Hammurabi'ye
kadar olan kralları, burada tek tek anlatmak mümkündür. Ancak bu
detaylar, bize İbrahim dönemi hakkında fazla fikir
vermeyecek, aksine daha fazla kafa karıştıracaktır. Hammurabi'ye
kadar geçen tarihsel süreç, detaylı bir şekilde incelendiğinde,
karşımıza çıkan en somut "Nemrut" adayı, "Naram-Sin"dir.
"NARAM-SİN"
SARGON'UN TORUNU
Naram-Sin, Agade'li
Sargon'un torunudur. Agade'li Sargon
ise muhtemelen bir Kiş rahibinin gayrimeşru
çocuğudur. Kiş kralı Urzuba'nın hizmetine girmiş ve
kısa zamanda vezirliğe kadar yükselmiştir. Sonra bir saray
ayaklanmasıyla tahtı ele geçirip, Kiş kralı unvanını
almıştır.
Tevrat'ta da, Kuş(Kiş)'in,
Nimrod'un babası olduğu yazılıdır. İbn-i
Mesud'dan gelen bir rivayete göre, Nemrut'un
atası, Köş(Kiş)'tir. 4000 yıl öncesinden günümüze
ulaşan çiviyazısı tabletlerde; "Sümerli
Ludingirra", Sargon'la ilgili şunları
söylüyor:
"Yönetimin Akad'lılara
ilk geçişi nasıl oldu bir bilseniz. Kiş'te, kraliçe
Kubau'nun oğlunun sarayında, içki dağıtıcılığı yapan Sargon adında
biri varmış. Adam sarayda çalışırken, yalnız içki işiyle vaktini
geçirmemiş. Önce içinde çalıştığı sarayı eline geçirmiş, sonra da Sümer
şehirlerini birer birer idaresi altına almaya başlamış.
Derken etrafındaki uluslara da saldırmaktan kendini alamamış ve kendini
kral yaparak Sümer Devleti temelleri üzerine, koca
bir Akad Devleti'ni kurmuş. Agade adı
altında yepyeni bir başkent kurmuş ve kendine, 'Dört bucağın,
Sümer ve Akad Kral'ı
unvanını vermiştir. Ben buna ait öyküyü, okul kitaplığımızda bulunan
bir tablette okudum. Sargon kendisi
hakkında şöyle yazdırtmıştı:
SARGON BİR
RAHİBENİN ÇOCUĞU
"O, fakir bir kadının oğlu imiş.
Babası belli değil. Annesi onu, Fırat kıyısında bir
şehirde gizlice doğurmuş ve etrafı ziftle kaplanmış kamış bir sepete
koyarak, nehrin sularına bırakmış."
"Herhalde o bir rahibenin çocuğu idi. Daha önce yazdığım gibi rahibelerin çocuğu olmaması gerekir, çünkü onlar tanrının çocuğu sayılır. Annesi onu bu yüzden suya bırakmış olmalı. Hakikaten bir yerde, annesinin rahibe olduğunu da okumuştum."
"Sargon, çok
akıllı adammış. Kızını Sümer okullarında okutup, çok
iyi öğretmenlerden ders aldırmış ve 'Ay tanrısı'nın
tapınağı'na başrahibe yapmış. Böyle yapmakla, hem Sümerlilerin
gönlünü almış, hem de onları kendine düşman etmek istememiş. Hakikaten
bizden ona başkaldıran olmamış. Ondan sonra, kral kızlarının tapınakta
başrahibe olması, bir gelenek haline gelmiş."
Sargon ve takipçilerinin,
Mezopotamya tarihi açısından önemi, bilim adamlarınca
tartışmasız kabul edilmektedir. Mesela, Babil'in en
ünlü hükümdarı Hammurabi'nin imparatorluğu bile, Agade
krallarının gücüyle kıyaslanamaz. Ayrıca,
Sargon'un sahiplendiği çoğu zafer ve başarılar bilinmektedir.
Ancak, Sargon'un, 56 yıllık uzun saltanatı içinde,
bunların tam sırası bilinememektedir.
"NARAM-SİN",
KRALLIĞINI ANADOLU'YA GENİŞLETİYOR
Sargon'dan
sonra, onun torunu olan Naram -Sin, imparatorluğu
dedesinden daha fazla genişletmiştir. Naram-Sin, hem
Halep'i, hem de gelmiş geçmiş hiçbir kralın yıkamadığı Ebla'yı
zapt ettiğini ifade eder. Bu zafer, Tel Mardih
bulgularıyla doğrulanmıştır. Burada 3. binyılın sonunda, merkezi Ebla'da
bulunan büyük bir Sami krallığının varlığına ve Naram-Sin
döneminde yıkıldığına ilişkin kanıtlar bulunmuştur.
Bizim de ileride temas
edeceğimiz gibi; İbrahim ve İsmail adları,
buradan çıkarılan metinlerde geçmektedir. Akad kralı,
ayrıca daha önce hiçbir kralın geçmediği yoldan, Anadolu'ya
geçmiştir. Daha sonra da, Kapadokyalı tüccarların işlerini kurdukları Talhatum'a
gittiklerini söyler. Bugün, Diyarbakır'da bulunan ve
üzerinde de kralın figürünü taşıyan dikme taş; Naram-Sin'in,
Anadolu'nun güneyinde etkin olduğunu gösteren bir
kanıttır.
'NARAM-SİN'İN KRALLIĞI
VE "HARRAN- URFA"
Tevrat'ta, İbrahim'in
yaşadığı yer olarak belirtilen Ur şehrinin, Mezopotamya
bölgesinin güneyinde yer aldığı ifade edilir. Oysa geçtiğimiz yüzyıl
da bulunan yazıtlar, bunun tersini söyler. İbranice
metinde, Ur-Kasdim olarak geçen yer, Mari'de
bulunan çivi yazılı belgelere göre, güney Mezopotamya
değil, kuzeyde Harran civarındadır.
MÖ 2000'lerde 3.
Ur çağında, Nuzi ve Mari,
daha geç çağda Hitit ve Ugarit çivi
yazılı metinlerine göre, kuzeyde Ur adı
verilen bazı koloniler kurulmuştur. Ugarit
metinlerinde, "Ur-a"nın tüccarlarının Ugarit'e
geldiklerinde orada devamlı kalamayacakları kış mevsiminde, kendi
şehirleri olan "Ur-a"ya dönecekleri yazılmaktadır.
Buna göre "Ur-a"nın, Harran civarında
olması gerekir. "Ur-a"nın, "Urfa"
olması muhtemeldir. Çünkü Urfa'nın eski isimleri; Ur,
Urha, Al-Ruha, Roha ve Khurrai'dir.
HARRAN DİNİ, SÜMER-AKAD
VERSİYONU
Naram-Sin'in Urfa
ve Harran ile bağlantısının bir başka kanıtı da
şudur: Naram-Sin'in, "Sin"i, Sümerlilerin
Ay tanrısının ismidir. Kendini tanrı ilan eden "Naram-Sin"in
bu unvanı anlamlıdır. Harran'da, Sabiler
yoluyla hemen hemen zamanımıza kadar bir "Ay kültü"nün
devam ettiği biliniyor. İlk çağlarda Ay tanrısı Sin'in,
iki ünlü merkezi vardı. Biri, Güney Mezopotamya'daki Ur
(Uru) kenti, diğeri de Harran'dı. Ur ve
Harran'ın ortak "Ay tanrısı kültü",
ikisi arasında anlamlı bir ilişki kurmaktadır.
Maspero'ya
göre Harran dini, eski Sümer-Akad( Babil)
dininin bir versiyonudur. Ay tanrısı Sin'e
adanan bu kentin şekli de, Ay'ın şeklini andırıyordu. Sin,
bu yörelerde, kehanet veren, koruyucu bir tanrı olarak kabul edilmiş
ve tapılmıştır. Yazılı belgelere göre, burada Ay tanrısı Sin'in,
E.Hul.Hul adlı tapınağı varmış. Fakat yapılan
arkeolojik kazılarda henüz böyle bir tapınak bulunamamıştır. Bu tapınak
hakkında, Babil kralı Nabonid'in annesi Adad-guppi,
şöyle yazmıştır:
"Bütün tanrıların başı Sin'in
sözüne kulak verdim. Bana söyledikleri doğru çıktı. Tek doğurduğum
oğlum 'Nabonid Sin', Ningal, Nusku ve Şadarnunna'ya
ait unutulmuş olan törenleri yaptı. E.Hul.Hul mabedini yeniledi. Sin,
Ningal, Nusku ve Şadarnunna'yı (onların heykellerini), onun kraliyet
şehri Babil'den getirerek sevinç ve mutluluk ile Harran'daki
eski yerlerine koydu."
Sümerlerdeki Nanna(Ay
tanrısı), Samilerdeki Sin'dir. Sin,
Sami-Akad kültünde daha da önemlidir. "in",
Güneş tanrısı Utu(Şamaş)'ın üzerinde
bir "baş tanrı"dır. Aksine, Tüm Mısır,
Eski Yunan, Atlantis toplumların da,
Güneş tanrısı(Ra), baş tanrıdır. Bu demektir ki, "Sami-Akad-Harran
kültü"nde "Ay kültü" daha çok önem
kazanmaktadır. Burada "Naram-Sin"in, "Sin"in
sevgilisi anlamına geldiği hatırlanmalıdır.
GÜNEŞ, AY VE
YILDIZLAR İLAHLAŞTIRILDI
Harran; Ay,
Güneş, Venüs gezegenler ve yıldızların
kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin,
önemli merkeziydi. Harran'da Astronomi ilerlemişti.
Daha sonra Hıristiyanlar, Harran'a, Putperest
şehri anlamına gelen "Hellenopolis" adını
vermişlerdir. Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi, "Harran
ekolü"dür.
Edward
Bocon'un, MÖ 5-6. yüzyıllarda, Urfa'ya giden
Aeteria'dan aktardıklarına göre; Urfa'da, Ay,
Güneş, Jüpiter, Merkür, Satürn ve Mars'a
tapılmaktadır. Şehrin kapılarından birinin adı, Beth-Şemes'dir.
Ve yine Hıristiyanlıktan önceki Urfa paralarında,
hilal şeklinde Ay bulunduğu ifade
edilir.
DÖRT BİN
YILDAN BERİ "HARRAN" Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler, arkeolojik kazılardan elde edilmiştir. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari'deki kazılarda rastlanmıştır. Bu isimle, M.Ö. 2000 başlarına ait çivi yazılı tabletlerde, "Har-ra-na" (veya "Ha-ra-na") şeklinde karşılaşılmıştır. Kuzey Suriye'de bulunan Ebla Tabletlerinde ise, Harran'dan "Ha-ra-na" olarak bahsedilmektedir. M.Ö. 2000'inin ortalarına ait Hitit Tabletlerinde de; Hitit'lerle Mitanni'ler arasında yapılan bir anlaşmada, Harran'daki Ay tanrısı (Sin) ve Güneş tanrısı (Utu) geçmektedir.
Bu tarihi
belgelerden anlaşıldığına göre, Harran adı, 4000
yıldan beri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran
adı, Sümerce ve Akadca "seyahat-
kervan" anlamına gelen "Haran-u"dan
gelmektedir. Bazı kaynaklar bu kelimenin, "kesişen yollar"
veya "ok şiddetli sıcak" anlamına geldiğine işaret
etmektedirler.
"NARAM-SİN"
DÖNEMİNDE BAŞKENT: "HARRAN" MI?
Gerçekten
de Harran, Kuzey Mezopotamya'dan
gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan önemli ticaret yollarının
kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran,
Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asur'lu
tüccarların da önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu'dan,
Mezopotamya'ya olan ticaret, binlerce yıl Harran
üzerinden yapılmıştır. Bu ise burada, zengin ve köklü bir
kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur.
Akad kralları Sargon
ve özellikle Naram-Sin, krallığını, Küçük
Asya(Anadolu) ve Suriye'ye genişleterek,
merkezi Harran olan bir krallığa dönüştürmüştür. Harran'ı
merkez edinen Akad kralı, kendisine,"dünya
kralı" unvanı vermiştir.
Bir teze
göre, Babil ve Asur yazıtlarının, "dünya
krallığı" diye referans verdikleri krallık, Harran başkentli
bu krallıktır.
HZ. İBRAHİM'İN ATALARI VE "HARRAN BAĞLANTISI"
Mezopotamya'nın
çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda, MÖ 3000'lerden başlayarak İsa'ya
kadar tarihlenebilen on binlerce kil tablet bulundu.
Böylece Tevrat'ta anlaşılmayan birçok mesele
anlaşılmıştır. Bütün bu buluntularda, İbrahim ve
ailesinin yaşamlarına ve dinlerine ait birçok kanıt elde edilmiştir. Ve
onlarla ilgili şehir adları, gittikleri yerler, kullandıkları eşyalar
kısmen saptanmıştır.
İbrahim'in
ataları olarak geçen şahıs adlarının, Harran yöresinde
ki yer adları olması, bilim dünyasını oldukça şaşırttı. İbrahim'in
bir kardeşinin adı olan Harran, şehir olarak
bilinmektedir. İslam bilginlerine göre Harran, tufandan
sonra kurulan ilk şehirdir. Bazılarına göre Nuh'un
torunlarından, Kayman tarafından kurulmuştur.
Bir başka örnek, İbrahim'in
dedesi Nahor, karşımıza Til-Nahiri
olarak çıkmaktadır. Bunlar, Mari ve Asur
metinlerinde(MÖ 1900-1800) bilinen yer adlarındandır. Nahor'un
yeri bulunamadı, ancak bilim adamları, Harran
yöresinde olması gerektiği konusunda görüş bildirmektedirler.
İbrahim'in
babası Terah adına uyan, Tilşa, Turah,
Torah, Til-Turakki şeklinde değişen yer adları bulunmaktadır.
Torah, Keçi tepesi anlamına gelir ve Balih nehrinin
üzerindedir.
İbrahim'in
büyükbabası Serug 'un ismi, Harran'ın
batısında Sarugi şehridir. Daha eski atası Peleg'e
karşı gelen yerin, Habur ırmağının Fırat'a
karıştığı yerde bulunan Paliga olduğu kanıtlandı.
Bilim adamları, bunların rastlantı olamayacağı görüşündeler ve bu
konuda şunu söylüyorlar:
"Ya bu şahıslar, buralarda yaşayan kabilelerin başkanları idi, ya da kabile adları bu şehirlere verildi."
Daha sonra,
İsrail oğullarının çocuklarına; "Baban göçebe(veya kaçak) bir Arami
idi" deyişi meşhurdur. Onların vatanı, Tekvin 24.10'a göre, "Aram
arazisi" idi. Padan-Aram,
iki nehir arası anlamına geliyor.
Yapılan
incelemelere göre, MÖ 2000 yılları civarında bu kabile başkanları, Harran
civarında bulunmaktaydı. Zira Mari
metinlerinde, Abam-Ram(Abram), Yakob-el
(Yakub) ve Benyamin gibi İsrail
oğullarına ait isimler bulunmaktadır.
KENDİSİNİ
İLAHLAŞTIRAN KRAL: "NARAM-SİN"
Arkeoloji
uzmanı Dr.Oates, Naram-Sin'in, "kendisini tanrı
ilan etmesini", şöyle anlatıyor:
"Agade kralları döneminin belki de en önemli yeniliği, krallık anlayışında olmuş ve ilk kez doğulu hükümdar tipinin belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Sargon'un
unvanları, torunu Naram-Sin'e göre, nispeten daha alçak
gönüllüdür ve erken sülale dönemi sonlarındaki kralların kullandığı
unvanlardan çok farklı değildir. Fakat Naram-Sin'le
birlikte çok yadırganan ve uzun vadede kabul görmeyen bir değişiklik
olmuştur."
"Naram-Sin
hükümranlığının bir döneminde, o güne kadar sadece tanrı ayrıcalığı
olan bir sıfat benimsemiştir. Kendi yazıtlarında adının önüne 'ilahi'
işaret koymuş; yani çivi yazısıyla isminin önüne 'tanrı'
yazdırmıştır. Ona adanan metinlerin dili, daha cüretkâr sayılabilir ve
bu metinlerde, köleleri ona, 'ilahilik' atfetmekle kalmayıp,
'Agade tanrısı' unvanını vermişlerdir."
"Ayrıca ünlü
dikme taşında 'boynuzlu miğfer'le betimlenmiştir. Ve
bu ilahi boynuzlar, aslında tanrılara
özgü bir ayrıcalıktır. Güneş tanrısı Utu'yu
simgeleyen ışın saçan disklerin altında, belirgin bir seviye farkı ile
betimlenmiştir.
Yöneticilerin, "kent
tanrısının kâhyası" olmaktan başka ayrıcalık istemedikleri bir
din sisteminde, kralların 'ilahi kimliğe'
bürünmesi çok aykırı bir davranıştır. İlahi krallık
anlayışını Mezopotamya asla yürekten
benimsememiştir."
Antik Çağ Yakın Doğu Arkeoloji uzmanı Hans J.Nissen, bu konuda şunları söylüyor: "Elimizdeki belgelere göre, hiçbir kuşkuya düşmeden kanıtlanabilecek tek nokta, ilk kez Naram-Sin'de gözlenmiş olan kendi kendini 'tanrı katı'na yüceltmedir. Birçok yazıtta, hükümdarın adının karşısına bir tanrı için kullanılacak belirleyici işaret konulmuştur. Uyrukları, Naram-Sin'den, birçok kutsama ve bağlılık yazıtında 'Akad'ın tanrısı' diye söz ederler."
Sümerli
Ludingirra, Naram-Sin'in, kendisini nasıl tanrı
ilan ettiğini şöyle anlatır:
"Kral Sargon'dan sonra oğulları ve torunu Naram-Sin ülkeyi genişlettikçe genişletmiş ve bütün yönlere kol salmışlardır. Hele Naram-Sin, kendisine 'tanrıyım' diyecek kadar ileri gitmiştir. Öyle şımarmıştır ki, büyükbabası Sargon'un aksine, Sümerlileri darıltmaktan korkmayarak; bizim tanrılarımıza özellikle yüce Enlil'e ve onun tapınağı Ekur'a büyük saygısızlık etmiştir."
NARAM-SİN
KRALLIĞININ "ESRARENGİZ ÇÖKÜŞÜ": "ŞİDDETLİ KURAKLIK"
Bazı
anlatımlar, Naram-Sin'in krallığının çöküşünü, Guti
istilacılarının yol açtığı geniş yıkıma bağlasa da; yakın tarihli ve
arkeolojik araştırmalar, Naram-Sin'in krallığının
çöküşünün, "şiddetli kuraklık ve kaos" sonucu olduğunu
ortaya koymuştur.
Amerikan Geologi Dergisi'nde,
Şubat 2006 tarihinde yayınlanan; "Eski Dünya Medeniyetlerinin
Çöküşünden Sorumlu Geç Holosen Devrinde Yaşanan Kuraklık, Bir İtalyan
Damla Taş Mağarasında Belgelendi" başlıklı makalede özetle
şunlar yazıyordu:
AKAD-NARAM-SİN'İN
ÇÖKÜŞÜ: UMMAN KÖRFEZİ'NDE SAKLI "Yaklaşık 4200 yıl önce, Kuzeydoğu Afrika ve Güneybatı Asya'nın alçak rakımlı bölgelerinde yaşanan 'şiddetli bir kuraklık, antik medeniyetleri, büyük bir karışıklık içine sürükledi.' Kalsit bir damla taş kayasından toplanan sabit izotop, eser element ve organik ışıma verileri bu kuraklığı kanıtlamıştır." Science Dergisi'nin, Ağustos 1993 sayısında yayınlanan; "Üçüncü Binyıl Kuzey Mezopotamya Medeniyetinin Doğuşu Ve Çöküşü" isimli makalenin şu satırları ise oldukça anlamlıdır: "Arkeolojik veriler ve topraktan elde edilen stratigrafik veriler, üçüncü milenyum Kuzey Mezopotamya'sındaki yağmurla beslenen tarım medeniyetinin başlangıç, gelişim ve çöküşü hakkında bize bilgi veriyor. Milattan önce 2200 yılları civarında, volkanik bir patlamanın arkasından; kuraklıkta belirgin bir artış ve rüzgâr sirkülâsyonu, toprağın kullanımında kayda değer bir bozulmaya sebep olmuştur. Bu aniden gerçekleşen iklim değişiminin; bölgenin terk edilişine, insanların firarına ve 'Akad imparatorluğunun çöküşüne' sebep olduğu apaçık ortadadır. Komşu bölgelerde de senkronize yaşanan çöküşler, bu ani iklim değişiminin, çok geniş çaplı olduğuna işaret etmektedir." Bu araştırma, İbrahim Kavmi'nin nasıl helak olduğu konusunda çok açık bir fikir vermektedir. Amerikan ve Alman üniversitelerinde görevli ve bölgede bir araştırma projesi yürüten yedi bilim adamı, "İklim Değişimi ve Akad İmparatorluğunun Çöküşü: Deniz Tabanından Kanıt" başlıklı makalesiyle, bu konuyu yeterince açıklık getirmektedir. Geologi Dergisi'nin, Nisan 2000 sayısında yayınlanan makalede şu tespitler yapılıyor: "Akad imparatorluğu, üçüncü milenyumun son yüzyıllarında, Fırat ve Dicle nehirlerinin doğduğu yerden başlayıp, Basra Körfezi'nde son bulan Mezopotamya bölgesini tamamen hükümranlığı altına almıştır. Arkeolojik veriler, bu çok gelişmiş uygarlığın, 'birdenbire ve büyük bir ihtimalle de kuraklık nedeniyle', bundan yaklaşık 4170 ± 150 yıl önce çöktüğünü göstermiştir. Bu iddianın doğruluğunu test etmek için Mezopotamya bölgesinden elde edilen ayrıntılı paleoklimatik kalıntılar, yetersiz kalmıştır. Ancak bölgesel kuraklık değişimleri, bu bölgeye komşu okyanus tabanlarında, koruna gelmiştir. Biz, Halosen devrindeki bölgesel kuraklık değişimlerini; Umman Körfezi'nde ki deniz tabanından alınan tortu çekirdeklerinin, mineralojik ve jeokimyasal analizlerini değerlendirerek kaydettik. Umman Körfezi'nin seçilme nedeni, Mezopotamya da ki arkeolojik bölgelerden kalkan toz ve kumu, rüzgârın bu yöne sürüklemesiydi." ÇÖKÜŞÜN NEDENİ : "AŞIRI KURAKLIK ŞARTLARINA ANİ GEÇİŞ"
"Araştırma sonuçlarımız, bu
bölgeden gelen rüzgârın oluşturduğu toz ve yine bu bölgedeki kuraklık
değerlerinin, çok ani olarak yükseldiğini
belgelemiştir. İvmelendirici kütle spektrometresi radyo karbon
tarihlemesini, zamanımızdan 4025 ±
125 yıl önce, olarak yapmıştır. Radyojenik (Nd ve Sr)
izotoplarının analizleri, gözlemlenmiş yüksek miktardaki mineral
tozlarının, Mezopotamya kaynaklı olduğunu
doğrulamıştır. Arkeolojik bölgeler ve deniz tortularından alınan
kayıtlar arasındaki volkanik kırıkların jeokimyasal korelâsyonu,
'Mezopotamya'daki kuraklık ve sosyal çöküşün
aynı zamanda gerçekleştiğini açıkça göstermektedir.
Aşırı kuraklık şartlarına ani dönüşüm, 'Akad İmparatorluğu'nun
çöküşü'nde anahtar rolü üstlenmiştir."
"Klasik Mısır tarihinin Eski
Krallığı'nı, Orta Krallık'tan ayıran yaklaşık bir yüzyıldan fazla süren
sosyal sıkıntılar ve yabancı sızmalardan ötürü yaşanan kargaşa
dönemine, Birinci Ara Dönem diyoruz. Elimizdeki kaynakların
bildirdiğine göre, çöküşün en temel nedeni muhtemelen fiziksel nitelik
taşımaktadır. MÖ 2300 yıllarına dek yeterince nemli bir iklime
sahip olan Mısır toprakları, kuraklaşmaya başlamış, bunun
sonucunda besin kaynakları azalmış ve komşu bozkırlarda yerleşmiş olan
nüfus vadiye sığınmış, bu da ekonomik ve toplumsal sarsıntılara neden
olmuştur."
Bu bilimsel verilerden anladığımız kadarıyla, "çok şiddetli ve ani kuraklık", İbrahim'in terk ettiği kavminin sonunu getirmiştir. Tüm bölgeyi etkisi altına alan kuraklık sebebiyle, gelecekte Yakub'un oğullarının da yapacağı gibi, İbrahim'in de Mısır'a bu sebeple gittiği kuvvetle muhtemeldir. Naram-Sin dönemiyle, bahsedilen 'bölgesel kuraklık dönemi' ve Mısır papirüslerinde belirtilen kuraklık tarihleri arasında ilginç paralellik görmekteyiz. Fransa'daki Yakın Doğu Arkeolojisi Enstitüsü Başkanı Jean Vercoutter, 'Eski Mısır' adlı kitabında şunları yazar:
Bölgedeki
arkeolojik araştırmalardan elde edilen belgeler de, Akad
Krallığı'nın ve Naram-Sin'in sonunu, şöyle
özetlemektedir:
İletişim kesilir, haydutlar yolları tutar, sulama sistemi çöker. Sümer-Akad ülkesini, kararsız koşulların yarattığı bir felaket ve korkunç bir kıtlık sarar. Savaş arabaları ve gemileri işe yaramaz bir şekilde terkedilmiş durumdayken; Naram-Sin, çuvaldan giysiler içinde, küskün ve bir başına kalmıştır.
Bu 'kaotik ve esrarengiz'
durum, Naram-Sin'in düştüğü durumla
birleşince, Nemrut'un, İbrahim
karşısındaki aczini ve yıkılışını hatırlamamak mümkün değildir. Hadis
kaynaklarında, Nemrut'un ordusunun ve kendisinin Allah'ın
azabıyla perişan olduğu kaydedilmektedir.
KUR'AN'DA:
"İBRAHİM VE KAVMİYLE MÜCADELESİ"
Bu aşamadan
sonra, İbrahim'in, Nemrut(Naram-Sin)
le mücadelesini Kur'an'dan izleyeceğiz. İbrahim
Kavmi'nin, karakteristik özelliklerini ve
İbrahim'in, çağının emperyal gücüne nasıl meydan okuduğunu
yakından göreceğiz.
Kur'an
anlatıyor:
Muhakkak Biz, önceden
İbrahim'e, rüştünü(olgunluğunu) verdik ve Biz, onu bilenleriz.
O, babasına ve kavmine dediği zaman, bu temsiller(putlar) nedir ki siz, onlara boyun eğiyorsunuz? Dediler ki: "Biz, babalarımızı onlara köle olurken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Muhakkak sizler ve babalarınız, apaçık bir sapıklık içindesiniz." Dediler ki: "Sen bize hakkı(gerçeği) mi getirdin, yoksa sen, oyun oynayanlardan mısın?" (İbrahim) Dedi ki: "Bilakis sizin Rabb'iniz, göklerin ve Yer'in Rabb'idir. O ki, onları yarattı ve ben buna şahitlerdenim." "Andolsun Allah'a, sizler dönüp gittikten sonra, putlarınıza tuzak kuracağım." Böylece O, onların büyük(putları) hariç olmak üzere, onları paramparça etti. Umulur ki, ona(büyüğüne) başvururlar diye. Dediler ki: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerdendir." Dediler ki: "Kendisine İbrahim denilen bir gencin, bunları diline doladığını işittik." Dediler ki: "Onu, insanların gözleri önüne getirin. Umulur ki onlar, şahitlik ederler." Dediler ki: "Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın, ey İbrahim?" (Dedi ki): "Bilakis, onların büyüğü bunu yaptı. Şayet konuşabilirlerse, onlara sorun!" (Bunun üzerine), kendilerine döndüler ve dediler ki: "Şüphesiz sizler, zalimlersiniz." Sonra başlarını çevirdiler."(İbrahim), sen gerçekten bilirsin ki bunlar konuşamazlar!" Dedi ki: "O halde, sizlere yararı ve zararı olmayan, Allah'tan başkasına mı köle oluyorsunuz?" "Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Aklınızı kullanmayacak mısınız?" Dediler ki: "Şayet yapacaksanız, onu(İbrahim'i) yakın! Ve ilahlarınıza yardım edin!" Biz söyledik: "Ey ateş, İbrahim'in üzerine soğuk ve selâmet ol!" Ona, bir düzen (tuzak) kurmak istediler, ancak Biz, onları hüsrana uğrattık. Onu ve Lut'u kurtarıp, âlemler içinde bereketli kıldığımız yere (yerleştirdik).
[ENBİYA(21)/51-
71]
Muhakkak İbrahim de,
onun (Nuh'un) soyunun bir kolundandır.
O(İbrahim), Rabb'ine arınmış bir kalp ile geldiği zaman. Babasına ve kavmine dedi ki: "Neye köle oluyorsunuz?" Allah'ın dışında birtakım ilahlar mı uyduruyorsunuz? Âlemlerin Rabb'ine zannınız(inancınız) nedir? (İbrahim), yıldızlara bir bakışla baktı Ve dedi ki: "Ben hastayım."
(Kavminden olanlar),
ondan, yüz çevirip gittiler.
(Bunun üzerine), onların ilahlarına doğru koşarak: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. Ne oluyor size ki, konuşmuyorsunuz? Daha sonra, onların üzerine yönelip, sağ eliyle bir darbe indirdi. Arkasından (halkı), koşarak onu karşıladılar. Oyup- yonttuğunuz şeylere mi, köle oluyorsunuz? Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de, Allah yaratmıştır. Dediler ki: "(İbrahim) için bir bina yapın. Sonra da onu, ateşe atın!" Böylece ona, bir düzen(tuzak) kurmak istediler. Biz de onları, aşağılananlardan kıldık.
[SAFFAT(37)/83-98]
O zaman ki
İbrahim, babası Azer'e: "Putları ilahlar mı ediniyorsun?" Dedi.
Şüphesiz ben, seni ve kavmini, apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."
Böylece Biz, İbrahim'e, yakin (ilim sahiplerinden) olsun diye, göklerin ve Yer'in melekûtunu(özünü-ruhunu) gösterdik. Gece, (İbrahim'i) örtünce, bir yıldız gördü. Dedi ki: "Şu benim Rabb'imdir." Ne zaman ki o(yıldız) kayboldu, dedi ki: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem." Arkasından Ay'ı, doğarken görünce, dedi ki: "Bu benim Rabb'imdir." O da kaybolunca dedi ki: "Şayet Rabb'im beni doğrultmazsa elbette ben, sapmış kavmimden olurum." Daha sonra Güneş'i doğarken gördü, dedi ki: "İşte bu benim Rabb'imdir. Bu en büyüğüdür." Ancak o da kaybolunca, kavmine dedi ki: "Ey kavmim, doğrusu ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım."
Muhakkak
ben yüzümü, dosdoğru, gökleri ve Yer'i yaratana çevirdim. Ve ben
müşriklerden değilim.
Kavmi, onunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: "Allah, beni doğru yola iletti. Siz, O'nun hakkında, benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ben, O'na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum, ancak, Rabb'imin dilemesi müstesna. Benim Rabb'im, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır, düşünmüyor musunuz?" Sizler, Allah'ın indirdiği hiçbir delil olmaksızın, Allah'a ortak koşmaktan korkmazken; ben, sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şayet biliyorsanız (söyleyin)! Bu iki fırkadan hangisi emniyete müstahaktır? O iman edenler ve imanlarına zulüm(şirk) karıştırmayanlar, işte onlar, emniyettedirler ve hidayette olanlar onlardır. Biz bu delillerimizi, kavmine karşı İbrahim'e verdik. Biz, dilediğimiz kimsenin, derecelerini yükseltiriz. Muhakkak, senin Rabb'in, Hâkim'dir, Âlim'dir.
[EN'AM(6)/74-83]
Kaynaklar:
1) Kur'an-ı Kerim 2) Joan Oates, Babil, çev. Fatma Çizmeli, Arkadaş Yy, Ankara, 2004. 3) Hans J.Nissen, Ana Hatlarıyla Mezopotamya, çev. Zühre İlkgelen, Arkeoloji Ve Sanat Yy, İstanbul,2004. 4) Marc Von De Mieroop, Antik Yakın Doğunun Tarihi, çev. Sinem Gül, Dost Yy, Ankara, 2006. 5) Egon Friedell, Mısır Ve Antik Yakın Doğunun Kültür Tarihi, çev. Ersel Kayaoğlu, Dost Yy, Ankara, 2006. 6) Gaston Maspero, Ulusların Mücadelesi, Londra, 1920. 7) S.Süleyman Nedvi, Ad, Semud, Medyen Kur'an-ı Kerim 'de Kavimler ve Topluluklar, çev. Abdullah Davudoğlu, İnkılâp Yy, İstanbul, 2003. 8) Barnabas İncili, İng.den çev. Mehmet Yıldız, Milenyum Yy, İstanbul, 2005. 9) Bilim ve Teknik, Sayı: 118, 131, 149,1977-1980. 10) İbn-i İshak, Siyer, Akabe Yy, İstanbul,1988. 11) Mahmut Esad, İslam Tarihi, Marifet Yy, İstanbul, 1995. 12) Yahudi Ansiklopedisi, "Harran üzerine bir makale", C. 6, s. 231(Arap coğrafyacısı Yakut'tan alıntı yapmış.) 13) Dr. H. F. Helmolt, Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Londra,1903. 14) İslam Ansiklopedisi, MEB, C. 5/2, İstanbul,1977. 15) H. Weiss, M. -A. Courty, W. Wetterstrom, F. Guichard, L. Senior, R. Meadow, A. Curnow, "The Genesis and Collapse of Third Millennium North Mesopotamian Civilization", Science, New Series, C. 261, Ağustos, 1993. 16) H. M. Cullen, P. B. deMenocal, S. Hemming, G. Hemming, F. H. Brown, T. Guilderson, F. Sirocko, "Climate Change and the collapse of the Akkadian empire: Evidence from the deep sea", Geology Magasine, C.28, s. 379-382, Nisan 2000. 17) Jean Vercoutter, Eski Mısır, çev. Emine Çaykara, İletişim Yy, İstanbul,2003. 18) G. Zanchetta, J. Hellstrom, R. Maas, A. Fallick, M. Pickett, I. Cartwright, and L. Piccini, "Late Holocene drought responsible for the collapse of Old World civilizations is recorded in an Italian cave flowstone", Geology Magasine, C.34, s.101-104, Şubat 2006. 19) Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber, Kaynak Yy, İstanbul, 1997. 20) Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingra, Kaynak Yy, İstanbul, 1996. |
|
bilimsel değil ama ilginç
YanıtlaSil